İblis gecenin karanlığına kusursuz şekilde uyan gölge bedeniyle, kalabalık ve tenhanın karıştığı sokak aralarında sessizce süzüldü. Gözleri karanlık köşelerde alevli bir ok ucu gibi parlıyordu ama bunu ancak en dikkatli bakışlar yakalayabilirdi. Doğuştan hermafrodit olan İblis av gecelerinde kadın kişiliğini kullanıyordu. Yakındaki bir caddede sarhoşlar, ve fahişeler dikilmiş muhabbet ediyorlardı. İblis'in karanlıklardan kendilerini gözlediğinin farkında bile değillerdi. Öte yandan İblis onları apaçık görüyor, tecrübeli ve sinsi bakışlarla tartıyordu.
İblis'in bakışları kaldırıma sırtüstü devrilmiş, elinden içki şişesi sallanan bir adama takıldı. Normalde, İblis bu haldeki birine tiksinerek bakar, gerek olmadığı sürece göz ucuyla bile bakmazdı. Ama günlerdir beslenmemişti; bir süreliğine bile olsa bu adamı yemeyi düşünecek kadar bitap düşmüştü. O kadar kolay olurdu ki. Sokak lambalarının saçtığı ışıktan uzaktaki ara sokaklardan birine çekmesi yeterdi.
Alkoliğin yüzünden bir böcek geçtiğini görünce, bu fikirden vazgeçti. Adam, bir şey hissedemeyecek kadar kendinden geçmişti. İblis'i beğense bile hisleri belirsiz ve silik kalacak, kurbanlarını mahvetmeden önce görmeye bayıldığı o acı verici ifadeyi hissettiremeyecekti. Adam bir tanecik çığlık atsın diye onun bütün kolunu parçalaması bile gerekebilirdi.
Sorun da buydu zaten. İblis, yediği yüzlerce yemekle kendi damak tadını çok iyi öğrenmişti: avlarının her sızıyı, her ısırığı en ufak zerrelerine kadar tatmalarını tercih ediyor, buna ihtiyaç duyuyordu. Bu haldeki biri uyuşmuş olurdu; İblis'i tatmin etmezdi. Zaman harcamaya değmezdi.
Ayyaşı yattığı yerde bırakıp yağmurun toprakla birleştiği ıslak caddede ilerleyerek mumun yetersiz ışığıyla aydınlanan virane bir meyhanenin yaşanmışlıkları belli eden parmak izleri ile bezenmiş kirli pencerelerinin önünden geçti. Kırmızı elbiseli oldukça güzel bir bir kadın meyhanenin kapısını açıp sendeleye sendeleye geceye çıktı. Bir elinde, içkisini tutuyor diğer eliyle ise sigarasının külünü yere saçıyordu. İblis bir anlığına bu kadını kollarına nasıl çekebileceğini, sonra nasıl anlatılmaz acılar çektireceğini düşündü.
Berk kadının gülümsemesine ve mimiklerine baktı. Bakışlarındaki mutsuzluk ve keder hüzün vericiydi. Daha dikkatli bakınca kadının vücudundaki yara izlerini gördü.İçinin derinliklerinde, İblis'in çekeceği ziyafeti mahvedecek bir melankolisi vardı bu kadının.
İblis,acıyı kendi çektirmeyi seviyordu. En mutlu olanlar en çok çığlık atanlardı hayatın rehavetine kapılmış bedenler en çok onlar acıdan kaçmak ister, bir an önce ölüme teslim olma arzusuyla yanıp tutuşur bir an önce acıdan kurtulmak için tüm mutluluklarını feda ederlerdi. mutsuz olanlar ise bir beklenti içinde olmayan hissizlerdi ve gözlerin hayata son bakışındaki acıyı, merhamet beklentisinin gözlerde yarattığı o ince sulanmanın zevkini izleme lütfunu İblis'e veremezlerdi.
İblis şehrin gölgeleri arasında süzülerek yoluna devam etti. İki içkilinin daha üstünden,tartışmakta olan bir çiftin arasından geçti. Hiçbiri iştahını kabartmamıştı. Onlara acı vermek, solmuş bir gülü koparmak ve kendine saklamak gibi olurdu. Çoktan ölmüşlerdi. Ölmüş bir gülü koklayarak zevk alamazdı. Toplayacağı çiçeklerin hayatlarının en güzel döneminde , dik ve taze olmasını yeğlerdi; en çok öyleleri acı çekiyordu.
Birden İblis'in aklında korkunç ve şüpheci bir düşünce belirdi. Belki de avlanmak için bu kenar mahalleyi seçerek hata etmişti. Belki de son avından kalan heyecanın son parçası şu an tükenecek, geride sadece hiçlik, yani duygularının olması gereken yeri dolduran o boşluk kalacaktı.
Sonra... onu gördü.
Bu adam daha düzgün meyhanelerden birinden çıkarken etrafına büyüsel bir enerji saçıyordu. Giyimi gösterişsiz fakat beyaz motifleriyle süslenmiş ve gayet şıktı. Kolunun altına özenle sıkıştırdığı bir çiçekle sokakta yürürken kendi kendine dans eder incelikte ama bir o kadar da ağır adımlarla yürüyordu.
İblis'in sırtındaki iki uzantı heyecanla kımıldandı. İblis vücudunun bir parçası olan iki kırbaca sahipti bu kırbaçlar sırtındaydı. Bir insanın bacağını tek ısırışta koparabilecek kadar keskin dişleri ve aynı keskinlik ve sivrilikte tırnakları vardı. ten rengi belirsizdi ancak rivayete göre avlanmadığı geceler soluk maviydi.
Bu adamın yaşamından son derece memnun olduğunu o uzaklıktan bile hissedebiliyordu. İzini kaybetmemek ve kendi varlığını fark ettirmemek için büyük özveri göstererek adamı takibe başladı.
Adam neredeyse bir saat yürüdükten sonra, ne çok büyük ne çok küçük bir konağa giden uzun bir yola döndü. Yolun sonunda, ağır kapıyı açıp evine girdi. İblis kırpmadığı gözlerini adamın evinin pencerelerine dikti. Pencereler, mumların parlak ışığıyla birer birer aydınlandı. Uzun boylu, ince, ağırbaşlı görünümlü gecelik giymiş bir kadın odaya girdi ve adamı bir kucaklamayla karşıladı. Getirdiği çiçeklere şaşırmış gibi yapıp yeni bir vazoya koyarak bir önceki çiçeklerin yanına yerleştirdi.
İblis'in ilgisi arttı.
Birkaç saniye sonra, ilk dişlerini çıkaracak yaşta iki küçük çocuk odaya girip adamın bacaklarına yapıştılar. Yüzlerindeki kocaman gülümsemelerde minicik dişleri pırıldıyordu. Gözleri önünde ideal bir “evdeki huzur” sahnesi oynanıyor olsa bile, İblis biraz daha derinlere dalarsa aradığı şeyi bulabileceğini biliyordu.
Mumlar sönüp, sadece oturma odasındaki mumun aydınlığı kalana kadar sükunet ile bekledi. Adam yalnızdı, sigarasını içmek için bir oturma koltuğuna yerleşiyordu. İblis gölgelerden aydınlığa süzüldü. Kara, sivri uzantıları ete ve kemiğe dönüştü. Sırtındaki uzantılar kayboldu. Bedeni, kıvrak bir kadın bedeni şeklini aldı. Kıvrımları kimsenin gözünden kaçacak gibi değildi.
Kalçalarını hafif kıvırarak bahçeden pencereye doğru yürümeye başladı. Pencereye yaklaşmıştı ki adam onu görür görmez koltuğundan dimdik ayaklanıverdi. Sigarası neredeyse ağzından düşecekti. İblis tek bir parmağıyla “gelsene” işareti yaparak adamı dışarı gelmeye çağırdı.
Adam kapıya gidip tereddütle ve merakla açtı. Penceresinin dünyaya açılan kısmında gezinen bu tuhaf kadını merakla süzüyordu. Bahçede yanına yaklaşırken hem çok gergin hem de büyük bir beklenti içindeydi.
“Se... Sen de kimsin?” diye sordu çekinerek.
İblis, “Ne olmamı istersen oyum,” dedi usulca.
İblis, bakışlarını adamın gözlerinin içine yönelttiğinde, tininin derinliklerini araştırdı ve tam aradığı şeyi buldu: En mutlu insanın içinde bile olan o mutsuzluk çatlağı.
İşte, diye düşündü. İstediği ama hiçbir zaman elde edemeyeceği her şey.
Adam ailem diyecek oldu ama İblis cümlesini bile bitirtmedi.
İblis ona iyice sokuldu.
Kulağına Şşş, yok bir şey, diye fısıldadı nefesi adamın kulağının her noktasına nüfuz ediyor tüylerini diken diken yapıyordu. “Ne istediğini biliyorum, istediğin için suçluluk duyduğunu da. Boş ver gitsin.”
Geri çekildiğinde, adam prangalarından kurtulamayacak şekilde bağlanmıştı bile.
Kendi utanmazlığından utanarak ama karşısındaki kadını oracıkta, meyve ağaçlarının ve beyaz çitlerin hemen yanında çimenlerin üstünde öpmesinde ısrar eden tuhaf arzuyu da dizginleyemeyerek, Seninle... yapabilir miyim? diye sordu.
“Elbette, bebeğim. O yüzden geldim zaten,” dedi İblis.
Parmaklarının ucuyla adamın yüzüne dokunup yanağını okşadı. Adamın elini kendi bedenine dokundurup yumuşacık, davetkâr bir kahkaha salıverdi. Bu mutlu adam bu gece onun olacaktı. Çekebileceği bir dünya acı vardı, İblis de hepsini çektirecekti.
Arkalarından, evin açık kalan kapısından, terlikli ayakların tiz adım sesleri geldi.
Adamın karısı, Bir şey mi oldu aşkım diye sordu.
İblis, dili tutulmuş adamın yerine “Her şey şahane olacak, güzelim,” diye cevapladı.
Durum çok daha hoş bir hale gelmiş, elde edilecek kazanç daha iştah kabartıcı olmuştu. Koparılacak bir yonca, onun koparılmasını izlerken açacak bir de "gül" vardı artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder